Gezegenimiz Dünya’nın yer aldığı Güneş Sistemi’nin, yaklaşık 4.6 milyar yıl önce, devasa bir bulutun kendi içine çökmesi sonucu oluştuğu tahmin edilmektedir. Bu bulutların Güneş gibi yıldızların doğumuna sebep olduğu düşünülmektedir. Güneş’in oluşumu, benzer bir moleküler bulutun açısal momentumunun korunarak dönmesi sonucu oluşmuştur. Bu dönme, bulutsu yapının ortasında çökme olayını ve bunun sonucu olarak da yıldımız olan Güneş’in ilk hâlini oluşturmuştur. Güneş’in ilk hâli T Tauri yıldızı olarak tanımlanmaktadır. T Tauri yıldızları moleküler bulutların yakınında bulunan optik değişkenlikleri ve kromosferik çizgilere sahip olan yıldız türü olarak tanımlanmaktadır.[1]

Günümüzden 10 milyon yıl önce ön gezegen diskindeki gaz dışarıya fırlamıştır ve dış gezegen oluşumu tamamlanmıştır. İngilizcede “yığılma” veya “birikme” anlamına gelen “accretion” kelimesi gezegenlerin oluşum süreçlerini tanımlamakta kullanılan terimlerden biridir. Accretion kelimesi olarak geçmektedir ama aslında accretion disk demek daha doğrudur. Çünkü gezegenlerin oluşumları bir disk şeklinde başlamaktadır. Yığılma olayını kabaca özetlersek küçük parçaların birleşerek büyük parçalar haline dönüşmesi ve büyük parçaların edindiği çekim kuvveti sayesinde küçük parçaları çekip gezegen haline gelmesidir.[2]

Gezegen oluşumuna biraz daha detaylı bakarsak accretion safhalarında yani güneşin etrafında oluşan disk sonrası Güneş’e olan uzaklıklarına göre gezegen oluşumu değişir. Güneş’e yakın olan Venüs ve Merkür’ün oluşumu ile güneş sisteminin en uzaktaki gezegenleri olan Uranüs ve Neptün’ün oluşumları farklıdır. Güneş’e yakın olan gezegenler yüksek sıcalıklara sahip oldukları için bolca uçucu madde barındırmışlardır ve bu barındırdıkları madddeler amonyak ve karbondioksit gibi maddelerdir. Bu olaylar sonucu kayalık gezegen halini almışlardır. Uranüs ve Neptün gibi buzul gezegenlerde sıvı su, buz olabileceği bir sıcaklıkta bulunduğu için o bölgedeki gezegenlere buzul gezegen denmektedir. Güneş’in yakınında sıcaklıklar, suyun gaz halinden buz haline yoğunlaşması için çok sıcaktır ve bu yüzden Jüpiter sonrası gezegenlerde su buz halinde bulunur. O yüzden Venüs ve Merkür gibi gezegenlerde suyu göremezken Uranüs ve Neptün gibi gezegenlerde suyu buz halinde görebiliyoruz.[3]

Güneş Sistemi’nde yer alan gezegenlerin oluşumu için birtakım elementler ve bileşikler gerekmektedir. Bu elementler veya bileşikler gezegene göre farklı hallerde bulunmaktadır. Örneğin yukarıda da bahsedildiği üzere su, Merkür ve Venüs gibi güneşe yakın gezegenlerde buz halinde bulunmazken Uranüs ve Neptün gibi güneşe uzak gezegenlerde buz halinde bulunur. Farklı hallerde bulunmasına neden olan iki önemli neden gezegen kütlesi ve oluşacak gezegenin yıldıza uzaklığıdır. Bahsedilen faktörler bu maddelerin işlevini belirlemektedir. Oranları ise şöyle gösterilmektedir:[4]

  • En fazla bulunması gereken element/elementler: Hidrojen Gazı (H2) ve Helyum Gazı (He) > %98
  • Hidrojen bağı gösteren yaygın moleküller: Su (H2O), Metan (CH4), Amonyak (NH3) > %1,4
  • Gezegen oluşumu için önemli olan madde: Kayaç > %0,4
  • Dünya’da kullandığımız maddeler: Metaller (Demir, Altın, Alüminyum, Kobalt, Platin vb.) > %0.2

Üstte verilen maddeler gezegen oluştuktan sonra miktarları gezegene göre farklılık gösterebilir. Venüs gibi atmosferinde bolca zehirli gaz barındıran bir gezegende amonyak ve metan fazlaca bulunurken Neptün gibi buzul bir gezegende su oranı daha fazladır. Güneş Sistemi’nin oluşumu, buraya kadar bahsettiğimizden çok daha karmaşık ve uzun süreçlerle devam etmiştir. Fiziksel ve kimyasal birtakım olayların gerçekleşmesiyle gezegenler, milyarlarca yılın sonunda Güneş Sistemi’ni oluşturmuştur. Güneş Sistemi’ndeki gezegenleri Güneş’e yakınlık durumuna göre sıralayacak olursak sıralama şöyle olmalıdır:

Güneş sisteminin temsili çizimi. [g.1]
  1. Merkür
  2. Venüs
  3. Dünya
  4. Mars
  5. Jüpiter
  6. Satürn
  7. Uranüs
  8. Neptün

Serimizin bu yazısında sadece ilk dört gezegeni inceleyeceğiz. Bu dört gezegenin ortak yönleri, hepsinin kayalık gezegen olmalarıdır. Kayalık gezegenlerin özellikleri temel olarak şunlardır:

  • Bu gezegenler kayaçlardan ve demir, alüminyum gibi metallerden oluşmuştur.
  • Gaz devlerine göre oldukça küçüklerdir ve yavaş dönerler.
  • Katı bir yüzeye sahipler ve çekirdekleri demirden oluşmaktadır.[5,6]

Ön bilgileri verdikten sonra bu bilgiler ışığında şimdi Güneş Sisteminin ilk 4 gezegenini daha güzel bir şekilde ele alabiliriz.

Merkür

[g.2] NASA tarafından çekilen Merkür fotoğrafı

İlk önce Merkür’ün ne zaman keşfedildiği hakkında bilgi edinelim. İnsanlar geçmişten günümüze kadar uzayla alakalı çok fazla araştırma ve gözlem yapmıştır. İnsanların Merkür gezegenini ne zaman keşfettiği tam olarak bilinmemekte ama tahmini olarak M.Ö. 3000 yıllarında keşfedildiği düşünülmektedir. Merkür’ü görebilmek için teleskopa ihtiyaç yoktur çünkü çıplak gözle kolayca görülebilir. Merkür, Güneş Sistemi’nde Güneş’e en yakın gezegendir ve gezegenler arasında en küçük olanıdır. Güneş’e en yakın olmasına rağmen en sıcak olan gezegen değildir.

Merkür, Güneş’e yakın olmasından mütevellit yüzeyinde yüksek sıcaklıklar görülmekle beraber bu sıcaklıklar ortalama 450 oC derecedir. Bu sıcaklık gezegende yaşam olma olasılığını azaltmaktadır.

Merkür’de, Dünya’daki atmosfere benzer bir örtü yoktur. Atmosferi sadece ince bir tabakadan ibarettir. Bu ince katman, yüzey için pek iyi bir koruma sağlayamamaktadır. Bu yüzden yüzeyde çok sayıda krater mevcuttur. Hatta bu kraterlerin en büyüğü 1 trilyon megabomba patlama etkisine sahip bir genişliktedir. Bu kratere neden olan asteroidin 100 km uzunluğunda bir genişliğe sahip olduğu düşünülmektedir. Bu kraterin adı Caloris Planitia’dır ve çapı yaklaşık 1500 km’dir.[7]

Bilim insanları, Dünya’nın manyetik alanını bildiğinden Merkür’ün Dünya’ya benzeyeceğini düşünmüştür fakat tam olarak benzememektedir. MESSENGER (MESSENGER denilen yapı bir uzay sondasıdır ve Merkür için özel olarak tasarlanmıştır) sayesinde bir sonuca varmışlardır. MESSENGER, Merkür’ün manyetik alanının, kuzey kısmının güney kısmına göre 3 kat daha güçlü olduğunu saptamıştır.[8] Merkür’ün bu manyetik alan gücü Dünya’nın sahip olduğu manyetik alan gücünün sadece %1’ine tekabül etmektedir.

Merkür’ün atmosferi; %42 oksijen, %29 sodyum, %22 hidrojen, %6 helyum ve %0.5 oranında da potasyum içermektedir[8]. Merkür, Dünya’ya nazaran daha yavaş dönmektedir ve bu yüzden günler daha uzun geçer. Merkür’ün kendi etrafında bir tam tur atması 59 Dünya gününe denk gelmektedir. Fakat Güneş’e yakınlığından dolayı yıllar daha hızlı biter. Güneş etrafındaki bir tam turu 88 Dünya günü sürmektedir.

Kısaca özetleyecek olursak Merkür, Dünya gibi yaşama elverişli bir ortam sağlamamaktadır. Atmosferinin inceliğinden yüzey sıcaklığına kadar birçok şey yaşam oluşması için sorun teşkil etmektedir.[9,10]

Venüs

Venüs, Güneş Sistemi’nin Güneş’e en yakın ikinci gezegendir. Kayalık bir gezegendir. Venüs insanlar tarafından Dünya’nın ikizi olarak tanımlanmaktadır çünkü büyüklüğüne ve yoğunluğuna bakıldığı zaman Dünya’ya benzemektedir. Bu gezegeni Dünya’dan ayıran en önemli farklarından biri yüzeyinin aşırı sıcak olması ve atmosferinde zehirli gazlar bulunmasıdır.

Venüs, Merkür gibi çok yavaş dönen bir gezegendir. Bu yüzden Venüs’te bir gün 243 Dünya gününe denk etmektedir. Fakat ilginç yanı Venüs, Güneş’in çevresinde Dünya’dan daha hızlı dönmektedir. Bir yıl yaklaşık 220 Dünya gününe denk gelmektedir. Yani bir gün bir yıldan daha uzun sürmektedir. Venüs, Güneş sistemindeki gezegenlere nazaran -ve Dünya hariç- jeolojik olarak aktif olan bir gezegendir. Jeolojik olarak aktif olması demek yüzeyde volkanik ve tektonik faaliyetler olması gibi olayların gerçekleşmesi anlamına gelir. Venüs’te de böyle olaylar sıklıkla görülmektedir.[11] Görselde Venüs gezegeninde hangi bölgelerde daha çok jeolojik faaliyet olduğu gösterilmiştir.

[g.3] Venüs’ün yüzeyindeki jeolojik faaliyetlerin bölgelerini gösteren bir fotoğraf

Venüs, Güneş Sistemi’nin Güneş’e yakınlık bakımından ikinci gezegeni olmasına rağmen en sıcak gezegendir. Venüs’ün atmosferinin kalın olması ısının kaçmasını engeller. Bu sebepten Venüs’te sera etkisini çok baskın bir şekilde görülür.[12,13] Sera etkisi sayesinde yüzey o kadar sıcak olur ki kurşun gibi metaller çok rahatça eriyebilir. Sera etkisi Venüs’ün yüzeyini olması gereken sıcaklığın 300 derece daha fazla ısınmasını sağlamıştır. Venüs’ün atmosferinde bulunan bulutlar atmosferin zehirli olmasına yardım eden bir etkendir. Bu bulutlar sülfürik asitten meydana gelmektedir ve yüzeye 45 ila 70 kilometre uzaklıktadır.[13,14]

Venüs’ün ilginç kısımlarından biri diğeri ise Dünya’da nasıl Güneş, doğudan doğmakta batıdan batmaktaysa bu Venüs’te tam tersidir. Yani Güneş, batıdan doğup doğudan batmaktadır. Bunun nedeni Venüs’ün Dünya’dan daha farklı yönde dönmesidir.

Venüs’ü ilginç kılan kısımlarından biri de çok parlak oluşudur. Bu yüzden Dünya’dan rahatlıkla görülmektedir. Bunun yanında Dünya’ya yakın oluşu da onu görmemizi kolay kılmıştır. Bu kolaylık insanların eserlerinde Venüs’ün simgelenmesini sağlamıştır. Günümüzde Venüs hakkında birçok araştırma yapılmakta hatta gelecekte daha fazla bilgi edinebilmek için bazı uzay araçları gönderilmesi planlanmaktadır. Bu planlamalar hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz buraya tıklayarak NASA’nın planlarına ulaşabilirsiniz.

Venüs, Merkür gibi Güneş Sistemi’nde uydusu olmayan gezegenler arasına girmektedir. Bu gezegen üzerine çalışan bilim insanlarına göre eskiden gezegenin bir uydusu vardı ve bu uydunun Venüs’ün ilk büyük çarpışması sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Sonra oluşan bu uydunun gezegende oluşan 2. büyük çarpışma sonucu ortadan kaybolduğu düşünülmektedir hatta bu yok olmuş uydunun gezegenin o ters yörüngeye sahip olmasını sağladığı tahmin edilmektedir.

Şimdi gelelim Venüs’te yaşam olma olasılığına… Bilim insanları uzun zaman önce Venüs gezegeninde okyanusların bulunduğunu düşünüyor. Konu hakkında farklı ayrımlara gidilmesinin nedeni ise bu okyanusların nasıl yok olduğudur. Bazıları atmosferde bulunan yoğun karbondioksit yüzünden yaşamın gittiğini, bazıları da tam olarak bir neden koyamamakla birlikte Venüs’teki yaşamın Dünya’ya geçtiğini düşünmüşlerdir. Günümüz şartlarında Venüs’e bakacak olursak Venüs’te bir yaşam öngörmek imkansıza yakındır çünkü o yüzey sıcaklığı ile atmosfer yaşam için elverişli bir koşul sağlamamaktadır.[15,16]

[g.4] Gezegenimiz olan Dünya

Dünya

Ve gelelim yaşadığımız gezegen Dünya’ya… Dünya şu ana kadar bildiğimiz bütün gezegenler arasında yaşam için optimum olanaklar sağlayan tek gezegendir. Güneş Sistem’inde Dünya, Güneş’e en yakın 3. gezegendir ve Güneş’e uzaklığı yaklaşık 150 milyon kilometredir. Dünya’nın Güneş’e olan bu uzaklığı 1 AU olarak nitelendirilmektedir.

AU, astronomik birimin kısaltılmış bir halidir. Uzay ortamında uzaklıklar bu birim ile ölçülmekte ve 1 AU 150 milyon kilometre olarak kabul edilmektedir.[31] 

Dünya da kayalık gezegen sınıfına girmektedir. 6371 kilometrelik çapı ile kayalık gezegenlerin en büyüğü ve Güneş Sistemi’nin en büyük 5. gezegenidir. Dünya gezegen ikizi olarak adlandırılan Venüs gibi jeolojik olarak aktiftir. Dünya’nın atmosferi yüzdesel olarak; %78 nitrojen, %21 oksijen ve diğer yapılardan meydana gelmektedir.[17] Bilindiği üzere Dünya bir rotasyonunu 24 saatte yapmakta ve Güneş etrafını yaklaşık 365 günde turlamaktadır. Dünya Güneş Sistemi’nde özel bir konuma sahiptir. Dünya ‘goldilock zone‘ diye geçen yaşanabilir bölge içerisindedir. Bu bölgenin en önemli özelliği yaşam için olmazsa olmaz olan suyun 3 halde de (katı, sıvı ve gaz) bulunabilmesidir. Bu bölge sadece Güneş Sistemi’nde yer almak zorunda değildir. Yapılan keşifler doğrultusunda yaşanabilir bölgede yer alan başka bir gezegen daha bulunamamaktadır.[18]

Şu ana kadar bahsettiğimiz gezegenlerin uydusu yoktu ama Dünya’nın bildiğimiz üzere Ay adında bir uydusu vardır. Ay, milyarlarca yıl öncesinde büyük bir yıkımın sonucu oluştuğu bilim insanları tarafından düşünülmektedir. Ay’ın nasıl oluştuğu hakkında birçok teori vardır. En bilineni Theia adında bir kütlenin, bizim genç Dünyamıza çarparak uydumuz Ay’ın oluşumunu sağlamasıdır. Ay yaklaşık 1700 kilometrelik çapı ile Ganymede, Titan, Callisto ve Io’dan sonra en büyük 5. uydudur. Bu uydular arasından Titan hakkındaki yazımıza ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Dünya 4 katmandan meydana gelmektedir. Bu katmanları dıştan içe doğru sıralayacak olursak bunlar.[19,20]

[g.5] Dünyanın katmanlarını gösteren bir fotoğraf
  1. Kabuk: Katmanlar arasındaki en dış tabakadır. Bu tabakanın derinliği 5 ila 70 km arasındadır. İnce kısımlar okyanus havzalarında iken daha kalın kısımlar kıtasal kabuklardır. Kabuğun kayaları sial ve sama olarak iki ana kategoriye ayrılır. Üzerinde yaşadığımız katmana sial, katılaşmamış taşlardan oluşan kısma da sama denmektedir.
  2. Manto: Gezegenimizde yer alan manto tabakası 100-2890 km’ler arasında bulunan bir tabakadır ve Dünya’nın en kalın tabakasıdır. Yapısında silisyum, magnezyum, nikel ve demir bulunmaktadır. Manto iki kısımdan meydana gelmektedir. Bunlar üst ve alt mantodur. Üst manto yüksek sıcaklık ve basınçtan dolayı plastik özelliği gösterdiği görülmektedir. Plastik özelliği gösteren tabakaya astenosfer denmektedir. Astenosfer plastik gibi bükülebildiği için bilim insanları astenosfer tabakasına plastik tabaka demektedir. Alt manto ise sıvı halde bulunmaktadır. Bu özellikleri nedeniyle mantoda alçalıcı-yükselici hareketler görülmektedir. Alçalıcı- yükselici hareket, magmanın yoğunluğa bağlı olarak bazı bölgelerde yerkabuğuna yükselmesi, bazı zamanlarda ise de magmanın yerin içine doğru sokulmasına verilen harekettir.
  3. Dış Çekirdek: Dış çekirdek yaklaşık 2250 km kalınlığında demir ve nikelden oluşmuş iç çekirdeğin üstünde ve mantonun altında yer almaktadır. Bu katmanda yer alan erimiş metal sıvıları manyetik alanı oluşturur ve oluşturduğu bu alan atmosfer oluşumu için önemli bir faktördür. Atmosfer dediğimiz tabaka yerkürenin etrafını saran ve çoğunlukla gaz ve buharlardan oluşan bir örtüdür. Atmosferin içeriği %78 azot (N2), %21 oksijenden (O2) oluşur. %1’lik kısımın içinde su buharı, argon (Ar), karbondioksit (CO2), neon (Ne), helyum (He), metan (CH4), kripton (Kr), hidrojen (H), ozon (O3) ve ksenon (Xe) bulunmaktadır. Dış çekirdek manyetik alanı oluşturmasaydı bahsedilen atmosfer mümkün olmazdı.
  4. İç Çekirdek: Dünyanın en iç katmanıdır. Yüksek basınçtan dolayı katı haldedir. İç çekirdek yoğunluğu ve ağırlığı bakımından en ağır elementlerin bulunduğu bölgedir. Bu katmanda bulunan demir-nikel yüksek basınç ve sıcaklık etkisiyle kristal halindedir.

Dünya kendine ait rotasyonu, nikel ve demirden yapılma çekirdeği sayesinde bir manyetik alana sahiptir. Bu manyetik alanın 400.000 yılda bir değişiklik gösterdiği tahmin edilmektedir ancak bu değişim canlı yaşamı için herhangi bir tehdit oluşturmamaktadır. Dünya; insanlar, hayvanlar ve her türlü canlı için bir yaşam alanı sağlamaktadır.[21]

Şu ana kadar bahsedilen bilgiler günümüz Dünya’sı hakkındadır fakat Dünya’nın ilk halini bilmeden günümüz Dünya’sı hakkında yorum yapamayız. İlk zamanlarda Dünya bu kadar da yaşanabilir bir ortama sahip değildi. Yüksek sıcaklıklara sahip etrafın lavlarla kaplı olduğu bir gezegendi. O zamana kadar uzaydan gelen meteorlar Dünya’ya düşerek hayat için en önemli olan suyu gezegenimize taşıyordu. Milyon yıllar geçtikçe gezegen soğumaya başladı ve bu soğuma atmosfer ve okyanusların oluşmasını sağladı. Yıllar geçtikçe meteorlar sudan farklı maddeler de taşımaya başladı. Karbon, protein ve aminoasit taşıyarak hayat için ilk adımları attı.

Suyun altındaki çatlaklar sayesinde hayat oluşumu resmen başladı. 3,5 milyar yıl önce suyun altında oluşan ilk bakteri dağları oluşmuştur ve bu dağlar güneş ışığını glikoza çeviren bakterilerle doludur, yani fotosentez yapan bakteriler, ürün olarak yaşam için en önemli maddelerden biri olan oksijen çıkmıştır. Bakteriler fotosentez yoluyla oksijen üretmekte ve Dünya’nın atmosferini yavaş yavaş oluşturmaya başlamıştır. Yıllar geçtikçe gezegen daha da soğumaya ve yeni yaşam formlarının oluşması için uygun ortamı sağlamıştır. Yepyeni canlılar ortaya çıkmış ve bir denge hakim olmuştur. Bu süreçlerde Dünya stabil bir sıcaklıkta durmamaktadır.

Yeryüzünde başlayan yaşam gitgide daha da fazla türün oluşumu ile hızlanmıştır. Herkes tarafından bilinen dinozorlar ortaya çıkmaya başlamıştır ve yine 60 milyon yıl önce herkes tarafından bilinen bir göktaşı gezegenimize çarparak yeryüzünün hakimlerini yani dinozorların yok olmasını sağlamıştır. Göktaşının çarpması sonucu ortaya çıkan toz bulutu bütün atmosferi kaplayarak yeryüzü üstündeki yaşamı zorlaştırmıştır. Fakat bu felaket, yer altında yaşayan canlıların devrinin başlamasına olanak sağlamıştır. Yani memelilerin. Birkaç milyon yıl geçtikten sonra modern insan olarak tanımlanan canlı birtakım evrim mekanizmları sonucunda Dünya’ya ayak basmış ve bu şekilde gezegenin yeni hakimlerinin dönemi başlamıştır. Günümüze kadar da insanlar gelişerek bugünkü gezegenimiz ortaya çıkmıştır.

Anlatılan bütün süreçler olurken tabii ki de gezegen jeolojik olarak aktif olduğu için tektonik faaliyetler devam etmektedir. Gezegenimizin jeolojik olarak aktif olması volkan, dağ vb. kısımların oluşmasını sağlamıştır ve kıtaların sabit bir yerde durmamasında aktif olmuştur. Örneği, Asya kıtasının ve Hindistan’ın çarpması sonucu günümüzde en yüksek dağı olarak da bilinen Everest dağının oluşmasını sağlamıştır.

Uzun yıllar Dünya üzerinde yaşasak da halen kendi gezegenimiz hakkında pek fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ama bilim insanları bilgi edinmek için fazlaca proje düşünmekte ve bunları uygulamaya dökmeyi amaçlamışlardır. Hatta bu projeler sonucunda edindikleri bilgileri insanlarla paylaşılmaktadır. Bu bilgilere NASA‘nın oluşturduğu bir site tarafından ulaşabilirsiniz.

Biyolojik olarak cennet gibi gözüken Dünya’ya benzeyen bir gezegen daha bulanamamıştır ancak arayışlar devam etmektedir. Gezegenimiz atmosferi, yüzeyi, gezegenler arasında bulunduğu konuma bakıldığı zaman yaşam için en elverişli koşulları sağlamaktadır.[22]

Mars

Ve yazı serimizin ilkinde yer alan son gezegenimiz ve kızıl gezegen olarak da adlandırılan Mars. Bilim insanları Mars’ı Dünya sonrası yaşanabilir merkez olarak görmeye başlamışlardır ve Mars hakkında birçok araştırma yapmaya başlamışlardır.

Mars, Güneş Sistemi’nde Güneş’e en yakın dördüncü gezegendir. Bahsettiğimiz gibi Mars da kayalık gezegen sınıfına girmektedir. Mars’a kızıl gezegen denmesinin nedeni yüzeyinde bol miktarda demir oksit bulunmasıdır. Bu demir oksit toprağın kırmızımsı gözükmesine yol açar.[23,24]

Mars’ın jeolojik olarak aktifliği tam olarak net değildir. Mars üzerine araştırma yapan insanlar gezegenin günümüz koşullarında jeolojik olarak inaktif olduğunu kabul etmişlerdir fakat son zamanlarda yapılan bazı araştırmalar halen gezegenin aktif olabilme olasılığını arttırmıştır. Arizona Üniversitesinde gezegen bilimi üzerine çalışan David Horvath DLR üniversitesinin gezegen bilimi fakültesi tarafından hazırlanmış volkanların patlaması ile ilgili bir videoyu görünce Mars’ta jeolojik olarak aktiflik olabileceğini ve bunun heyecan uyandırıcı bir şey olduğunu söyledi. Birçok bilim insanı David Horvath gibi düşünerek Mars’ın jeolojik olarak aktif olabileceğini düşünmeye başlamıştır.

Mars’ın Dünya’ya benzerliklerinden biri kendi etrafında dönme süresidir. Kendi etrafında bir tam turu 24,6 saattir. Ancak benzer olmayan husus bir yılın kaç Dünya günü olduğudur. Mars’ta bir yıl 687 Dünya gününe tekabül etmektedir.

Dünya’nın uydusu Ay gibi Mars’ın da uydusu hatta uyduları vardır. Toplamda 2 uydusu vardır ve bunların adları Phobos ve Deimos’dur.

Bu iki uydu da 1877 yılında Amerikan bir astronom olan Asaph Hall tarafından bulunmuştur. Resimlere baktığımız zaman Ay’a göre daha düzensiz bir şekle sahip olduklarını görmekteyiz. Phobos, Deimos uydusuna göre daha büyüktür. Bu iki uydunun orbitalleri birbirinden farklılık göstermektedir. Phobos Mars’a daha yakın bir yörünge izlerken Deimos daha büyük bir yörünge etrafında Mars etrafında döner. Phobos’un dönüş süresi yaklaşık 7.50 saat iken Deimos’un ise yaklaşık 30 saattir.[25] Mars Dünya’ya nazaran daha küçük bir gezegendir. Mars’ın atmosferi Dünya kadar kalın olmamakla beraber atmosferinin içinde karbondioksit (CO2), argon (Ar), nitrojen (N2) ve az miktarda oksijen ve su buharı bulunmaktadır.[26,27]

Dünya sonrası yaşam denince akla ilk gelen gezegen olan Mars’ta daha önceden su bulunduğuna dair izler vardır. Bilim insanlarının merak ettiği bu suyun yer altında bir şekilde kalıp kalmadığı ve bunların uygun bir formda bulunup bulunmadığıdır.[28]

Şimdilik Mars’ın yüzeyi uygun bir yaşam şansı vermiyor. Ancak bilim insanlarına göre ileride Dünya’nın alternatifi olabilir. Bu yazımızda anlattığımız gezegenler içinde, Dünya dışı bir yaşamın olma ihtimali sorusuna en olumlu cevap veren Mars olmuştur.[29,30] Mars hakkında detaylı bilgi almak isterseniz sitemizde yer alan yazımızı inceleyebilirsiniz.

Sonuç

Serimizin ilk yazısında Güneş Sistemi’nde, Güneş’e yakın olan dört gezegeni inceledik. Bu dört gezegen hakkında genel bilgileri sizlere aktarmaya çalıştık ve onların yaşam için elverişli olup olmadığını açıkladık. Yaşam dediğimiz kavramın aslında ne kadar da özel olduğunu buradan anlayabiliriz. Yaşamın olabilmesi için birçok faktörün mükemmel düzeyde olması gerekir. Bu faktörlere örnekler vermek gerekirse; Dünyamız gibi suyun 3 halde de bulunması gerekmektedir, gezegenimizde dış çekirdeğin meydana getirdiği gibi bir manyetik alan gerekmektedir vb. faktörler yaşam aramasında kullanılan önemli kısımlardır. Verilen bilgiler ışığında aslında gezegenimizin ne kadar paha biçilemez bir yer olduğunu anlamaktayız. Uzayda Dünya gibi bir yer bulmak her ne kadar düşük olsılıklı olsa da asla imkansız değildir.

Uzayın son değil ama bir sonraki sınır olduğunu ve fethedilecek bir şey olarak değil keşfedilecek bir yer olarak görüyorum.

NEIL DEGRASSE TYSON

Kaynakça

[1] Galli, P. A. B., Bertout, C., Teixeira, R. & Ducourant C. (2015). Evolution of the T Tauri star population in the Lupus association. Astronomy & Astrophysics, 580

[2] Frank, J. (2016). Accretion disk. Encyclopedia Britannica.

[3] Owen, T. Chant (2022). Solar system. Encyclopedia Britannica.

[4] Manuel, O. (2002). Origin of Elements in the Solar System, In: Manuel, O. (eds) Origin of Elements in the Solar System. Springer. 589-643

[5] McDonough, W.F., Yoshizaki, T. (2021). Terrestrial planet compositions controlled by accretion disk magnetic field. Prog Earth Planet Sci 8, 39

[6] Sohl, F. & Schubert G. (2015). Interior Structure, Composition, and Mineralogy of the Terrestrial Planets. Treatise on Geophysics, 10, 23-64

[7] Chapman, C. R. (2016). Caloris. Encyclopedia Britannica.

[8] Dooling, D. (2019). Messenger. Encyclopedia Britannica.

[9] Langford, NJ. & Ferner RE. (1999). Toxicity of mercury. Journal of Human Hypertension, 13, 651-656.

[10] Murchie, S. L., Vervack Jr., R. J., Ernst, C. M. & Strom, R. G. (2014). Chapter 13 – Mercury. Encyclopedia of the Solar System, 283 – 304.

[11] Smrekar, S. E., ve ark. (2010). Recent Hotspot Volcanism on Venus from VIRTIS Emissivity Data. Science, 605-608

[12] Sagan, C. & Morowitz, H. (1967). Life in the Clouds of Venus?. Nature, 215, 1259-1260

[13] Greaves, J. S., ve ark. (2020). Phosphine gas in the cloud decks of Venus. Nature Astronomy, 5, 655-664

[14] Seager, S., ve ark. (2021). The Venusian Lower Atmosphere Haze as a Depot for Desiccated Microbial Life: A Proposed Life Cycle for Persistence of the Venusian Aerial Biosphere. Astrobiology, 21,

[15] Fegley Jr., B. (2003). Venus. Treatise on Geochemistry, 487-507

[16] Basilevsky, A. T. & Head, J. W. (2003). The surface of Venus. Reports on Progress in Physics, 66

[17] Kasting, J. F. & Siefert, J.L. (2002). Life and the Evolution of Earth’s Atmosphere. Science, 1066-1068

[18] McDonough, W. F. (1995). The composition of the Earth. Chemical Geology, 120, 223-253

[19] Fischer, K. M., Ford, H. A., Abt, D. L. & Rychert C. A. (2010). The Lithosphere-Asthenosphere Boundary. Annual Review of Earth and Planetary Sciences, 38, 551-575

[20] Helffrich, G. R. & Wood, B. J. (2001). The Earth’s mantle. Nature, 412(6846)

[21] McPherron, R. L. (2021). Geomagnetic field. Encyclopedia Britannica

[22] Allen, P. A. (1997). Earth Surface Processes, Wiley-Blackwell.

[23] Turenne, N. ve ark. (2022). Spectral reflectance properties of minerals exposed to martian surface conditions: Implications for spectroscopy-based mineral detection on Mars. Planetary and Space Science, 210

[24] Yoshizaki, T. & McDonough, W. F. (2020). The composition of Mars. Geochimica et Cosmochimica Acta, 137-162

[25] Deutsch, A. N. ve ark. (2018). Science exploration architecture for Phobos and Deimos: The role of Phobos and Deimos in the future exploration of Mars. Advances in Space Research, 62, 2174-2186

[26] Jain, S. K. ve ark. (2021). Thermal structure of Mars’ middle and upper atmospheres: Understanding the impacts of dynamics and solar forcing. Icarus

[27] Haberle, R. M. (2015). SOLAR SYSTEM/SUN, ATMOSPHERES, EVOLUTION OF ATMOSPHERES | Planetary Atmospheres: Mars. Encylopedia of Atmospheric Sciences, 168-177

[28] Poncin, L., Kleinböhl, A., Kass, D. M., Clancy, R. T., Aoki, S. & Vandaele, A. C. (2022). Water vapor saturation and ice cloud occurrence in the atmosphere of Mars. Planetary and Space Science, 212

[29] Hader, D., Hader, P. & Cabrol, N. A. (2018). Chapter 9 – UV and Life Adaptation Potential on Early Mars: Lessons From Extreme Terrestrial Analogs. From Habitability to Life on Mars, 233-248

[30] Mckay, C. P. (1996). The Search for Life on Mars. Planetary and Interstellar Processes Relevant to the Origins of Life, 263-289

[31] Britannica.astronomical unit” girdisi.

Görsel Kaynak

[g.1] Mottar, J. (2017). Our Solar System. NASA

[g.2] Williams, D. R. (2021). Mercury Fact Sheet. NASA

[g.3] Hemispheric View of Venus

[g.4] Earth Our Home Planet

[g.5] Kelvin. (2013). Diagram of the Earth. Wikimedia Commons

[g.6] Mars Moons. Nasa

Yazı Sahibi

Tuna Batum

Hacettepe Üniversitesi'nde 2.sınıf biyoloji öğrencisiyim. Özellikle astrobiyoloji ve zooloji alanı ile ilgileniyorum.